"Enter"a basıp içeriğe geçin

MUSTAFA HAYRULLAHOĞLU ANISINA YAPILAN YAYIN

16 Kasım 1982 yılında işkencede öldürülen Türkiye Komünist Partisi Merkez Komitesi Üyesi Mustafa Hayrullahoğlu (Deniz Yoldaş) anısına yayınlanan ses kaydı ve kaydın tam çözümü aşağıda sunulmaktadır.

Deniz yoldaşın anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.


Konuşmanın Çözümü:

Yoldaşla oturuyoruz. En zor konuya geldik, evet en zoruna dedi yoldaş. İlk gelen haber doğru. Göz gözeyiz, yoldaşın gözleri ıslak, kendine hâkim ol diyor, dayanmak gerek Deniz Yoldaşın yere düşürmediği bayrağı daha da yükseltmek için dayanmak… Doğru diyorum, fazla konuşmuyoruz her zamanki gibi. Çok iyi biliyorsun Deniz Yoldaş, sende bir bakış tek bir kelime yeter birbirimizi anlamaya, öyle anlaşıyoruz yoldaşla da. Kalktık, bekleyen işler var, kendimde değilim, yoldaşı düşünüyorum. Kim bilir bu anı daha kaç kez yaşayacak. Sevgili Aynur da var haber verecekleri arasında… Öyleyse ben, dayan yüreğim dayan… Yumuyorum gözlerimi, karşımda sen Deniz Yoldaş. Diyarbakır, Eminönü, Sungurlar Direnişi, 15 16 Haziran, Tekel Gerçek, 12 Mart ve işte Beşiktaş’taki ev… Seni düşünüyorum yoldaş, çalışkan, özverili seni, alçak gönüllü, her zaman örnek Hayrullahoğlu’nu… Seni düşünüyorum yoldaş ve işkencecileri, seni ele veren provokatörü, adını düşmana vereni de biliyoruz… Sen ki; amansız savaştın onlara karşı, demir bir gülle oldun boğazına takılan işkencecinin, provokatörün, seni düşünüyorum yoldaş ve son sözlerini… “Beni öldürecekler, adım Mustafa Hayrullahoğlu”. Bir adın daha var düşmana vermediğin, TKP Merkez Komitesi üyesi Deniz… Son sözlerin en güçlü dayanaktır savaşan militana, sana söz yoldaş komünist onuru kirletmeyeceğiz, yere düşürmediğin kızıl sancağı daha da yükselteceğiz, TKP, senin uğruna yaşamını verdiğin partin kazanacaktır…

Arkadaşlar, dostlar, tüm ilerici insanlar, ben polisin hunharca işkencesiyle ölen Mustafa Hayrullahoğlu’nun karısı olarak sizlere sesleniyorum.  Kocam yalnızca politik düşüncesini ve inandığı davayı sonuna dek savunduğu için polis tarafından öldürüldü.  Mustafa, kasım ayının on dördünde evden çıktı ve bir daha dönmedi… Uzun süre ailelerimiz ve ben, onu her yerde aradık, polis bizleri oyalamak için yalan söyledi. Önce birinci şubede, gelin görün dedi.  Daha sonra ise o değil, bir isim benzerliği dedi. Sürekli çabalarımız sonucunda gerçek ortaya çıktı. Polis kocamı işkenceyle öldürmüş sonra İstanbul’da Kasımpaşa’da başka bir isim altında gizlice gömmüştü…  Otopsi bile yapılmamıştı, halen de yapılmasına engel oluyorlar. Kocamın katilleri iktidardaki cunta ve onun polisidir. Polis bu cinayet duyulmasın diye bizlere baskı yapıyor.  Türkiye’de bizlerin can güvenliği tehlikededir ama şu da bilinmelidir ki;  büyük acımız beni yıldırmadı, tam tersine şimdi halkımızın çektiği tüm acıların sona ermesi için benim gibi başka kadınların, ana babaların, çocukların yürekleri yanmasın diye daha da çok mücadele etmenin gerekliliğine inanıyorum. Bu insanlık dışı cinayeti duyurmanın, en azından kocama karşı bir görev, insanlığın bir görevi olduğunu düşünüyorum.  Sizlere sesleniyorum; kocamın katillerinin bulunmasına yardım edin.  Kocamın katilleri ortaya çıkarılmalı ve cezalandırılmalıdır, tüm işkenceler cinayetler son bulmalıdır…

TKP Merkez Komitesi üyesi Deniz Yoldaş Kasım 1982’de işkencede öldürüldü… Deniz Yoldaş işçi sınıfının savaşımında yaşıyor… 14 Kasım 1982. Hayrullahoğlu gene erkenci, kahvaltısını yaptı, yudumlarken çayını düşündü düşündü… Olayları, iki ay önceki kayıpları, Karayılanın yakalanışı, içerde bunlar, dışarda provakatör… Aynı anda bu kadar tesadüf olamaz, düşman yakında, kokusunu alıyorum düşmanın. Çaydan bir yudum daha aldı, az iş becermedik görev yerine getirildi, bundan sonrası vız gelir… Hayrullahoğlu evden çıktı, her zamanki alışkanlığıyla buluşma saatinden çok önce, düşman izlemesi var mı diye kontrol edecek… Tim K 5, bir buçuk yıldır peşinde Hayrullahoğlu’nun. Timin başında Nejdet Göksel. Bu soysuz yaratık bu güne dek kaç kişinin kanına girmiş… Bir defasında genç bir anneyi Hayrullahoğlu’nun izini bulurum diye karınca kafesine koymuş… Atılım’ın babasını 6 ay işkencede, odasında tutmuş… Eli boş çıkmış… Yanında işkenceci Kemal Kalenderoğlu, bir buçuk yıldır Hayrullahoğlu’nun izini bulmak için koşturanlardan. Bir kovalamacada araba altında kalmış, ucuz atlatmış it oğlu it. Bir işkenceci daha var, “Yeşil” bu gorilin kod adı. Şimdilik adı bizce saklı diğerleri pusuda. Derken o gün Hayrullahoğlu yakalandı, günlerce sürdü kavga, Karayılan boyun eğmedi… Bizimkiler dışarda, kavga sürüyor dedi… Hayrullahoğlu bir an Aynur’u düşündü; yalnız değil, partiye, yoldaşlara emanet o… Verilmiş sözümüz var, teslim olmak yok… Teslim olmadı Hayrullahoğlu… Deniz adını düşmana vermedi, vermedi Parti sırrını, tertemiz bir bayramlık gibi giydi onu ölümüne

Komünistlere, işçilere, tüm halkımıza: TKP Merkez Komitesi üyesi Mustafa Hayrullahoğlu, Deniz Yoldaş kasım ayında İstanbul’da cuntanın politik polisi tarafından, işkence edilerek öldürüldü. Gerici askersel diktatörlüğün bu politik cinayeti mart ayında öğrenildi. Cellatları onu Kasımpaşa Kimsesizler Mezarlığı’na gizlice gömdüler. Ama gerçekte o partimizin, işçi sınıfımızın, halkımızın bağrında yatıyor. Onun adı,  emperyalist boyunduruktan, her türlü sömürü ve ezgiden kurtuluş için savaşanların yüreklerinde yanıyor, yanacaktır.

“Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki; bir parti ileri geleni, partinin göz bebeği, kendine pay çıkarmaksızın, yaşamını işçi sınıfının yoluna adamış bir yoldaş, iz bırakmadan kayboluyor ortadan” diyor Lenin. Yıl 1910. Yıllarca ne en yakınları, ne karısı çocukları, ne de arkadaşları bilebiliyorlar ne olduğunu. İşte İvan Vasiliyeviç Babuşkin’in başına bu geldi. 1906 yılında bir gün, kurşuna dizdirildi Çar’ın generali, devrimci celladı Rennenkampf’ın buyruğuyla. Yanında beş yoldaşı gömüldüler aynı birlik aynı dayanışma ve gözlerinde aynı savaşım kıvılcımının 1910 yılında bir aralık günü gene Lenin; “..işte böylesi örnek kişilerin, yorulmak bilmez, yiğitçe ardıcıl çabalarıdır proletarya yığınlarının içinde partimizin dününü bugününe bağlayan,  yarınlara umut ışıkları saçan, işte bunlardır halk yiğitleri, Babuşkinler… Bir iki yılını değil, işçi sınıfının kurtuluşuna değin yıllarını veren… Proleter yığınları içinde, onların sınıf bilincini yükselten, örgütlerinin devrimci içtenliklerini…”

Babuşkinler olmadan; köleler köle kalır, olmadan Hayrullahoğlu Mustafalar, Deniz Yoldaşlar ölmeden Suphiler, Nejatlar ve daha kim bilir kimler.

Deniz yoldaş 1948 yılında Diyarbakır’da doğdu. Yükseköğrenimini İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde yaptı. Gençlik yıllarında Amerikan emperyalizmi ve NATO’ya karşı yükselen 60’lı yılların öğrenci hareketine katıldı. Fikir Kulüpleri Federasyonu’nda, Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nda çalıştı. Yine bu yıllarda gelişen işçi hareketine bağlandı. TİP’e üye oldu. 1969 Sungurlar işçi direnişine ve o tarihlerdeki bir dizi işçi direnişine katıldı. 1970 yılında 15-16 Haziran işçi gösterilerinin örgütlenmesinde, “Tekel Gerçek” adlı bir fabrika gazetesinin yayınlanmasında aktif rol oynadı. 12 Mart 1971 askeri darbesi ile pek çokları gibi o da ilk illegal çalışma deneylerini edindi. Çok sayıda devrimciyi 12 Mart teröründen korumakta eşsiz görevler yaptı. 1975 Yılında Deniz Yoldaş TKP saflarına katıldı. Değişik düzeylerde İstanbul parti örgütlerinde çalıştı.

— TKP Marşı ve Nâzım Hikmet’in “Seni Düşünüyorum” (TKP’m Benim) Şiiri—

12 Eylül gerici askersel devirmesinden sonra gericiliğin ağır saldırılarına fraksiyonculuğa karşı savaşta önemli görevler üstlendi. Partimiz, omu, parti saflarındaki özverili çalışmalarını yüksek komünist niteliklerini dikkate alarak Merkez Komitesi üyeliğine seçti. O, tüm savaşımıyla bu sorumlu görevi hak etmiş olduğunu kanıtladı. Partimizin verdiği tüm görevleri ölünceye dek büyük bir özveri ve yetenekle, cesaretle yerine getirdi.

Deniz yoldaş, her şeyi ile kendini partiye adamış örnek bir komünistti. Yoldaşlarıyla kurduğu insancıl, sıcak ilişki onu tanıyanların yüreğinden silinmeyecektir. O, en zor durumda bile çelik iradesinden bir şey yitirmeden savaştı. Bundan böyle de, Marksizm-Leninizm’e, proletarya enternasyonalizmine bağlılığın, parti için, komünizm davası için canını esirgemezliğin, yoldaşça alçak gönüllülüğün, sınıf düşmanına, polise karşı bilinçli direngenliğin canlı bir sembolü olarak aramızda yaşayacaktır. Halkımızın düşmanları, gerici cunta, polis onu tutuklamakla önemli bir fırsat yakaladığını sandı. Aralıksız saldırı ve tutuklamalara karşın çökertemediği İstanbul parti örgütlerini yok edebileceğini umdu. Ama yiğit yoldaşımız oyunu bozdu. O, güçlenmesi için sayısız özveriye katlandığı parti örgütlerimizi canıyla korudu. Ser verdi, düşmana sır vermedi. Komünist onuruna leke sürdürmedi. Deniz yoldaş yaşamında olduğu gibi, can verirken de partimize güç verdi. Egemen burjuvazinin, polisin ve her tür yeminli TKP düşmanlarının çökertmeye çalıştığı Leninci parti birliğini, komünist morali o daha da yükseltti. Şimdi polise düşen her yoldaş kendinde daha yüksek bir direnme gücü bulacaktır. O aynı zamanda savaşan komünistin partisine bağlılığını kırmak komünizm idelerine inancı zayıflatmak isteyenlerin önüne güçlü bir kalkan oluyor. O, ölümden korkmadan savaşanların zafere inancını daha da keskinleştiriyor. TKP, Deniz yoldaşın ölümünden sorumlu olan MİT yöneticilerinin, işkencecilerin, sorgulamacıların, yardakçılarının ve onun ölümünü gizleyenlerin ortaya çıkarılmasını istiyor. Bu politik cinayeti işleyenler ve tüm suç ortakları hak ettikleri cezayı bulmalıdır. TKP suçluların yakasını bırakmayacaktır.

Kasım 1982 İstanbul’da bir işkence evi. Bir dizi işkenceci ve Mustafa Hayrullahoğlu, Deniz Yoldaş yani burjuvazi ve yani biz… Kuduruyor burjuvazi söyletmek için yani işkenceciler… Deniz Yoldaş’ta çıt yok. Yani kenetliyoruz çenelerimizi, gözlerimiz oyuluyor, etlerimiz koparılıyor… Tanınmayacak haldeyiz yaradan bereden ve kandan… Artık cesediz gömülecek Kasımpaşa’da Kimsesizler Mezarlığına… Ne kadar da korkuyorlar bizden birimizden bile bu kadar korku… Çünkü biliyorlar; ölen birdir yaşayan bin birlikte bin bir kin…

Türkiye Komünist Partisi Merkez Komitesi; Deniz Yoldaş’ın ve gerici cuntanın katlettiği tüm yurtseverlerin yakınlarını, tüm ilerici yurtsever güçleri dayanışmalarını güçlendirmeye, işkencelere politik cinayetlere idamlara karşı protesto eylemlerini yükseltmeye çağırıyor…

Türkiye Komünist Partisi tüm yoldaşları onun anısına, gerici cuntanın polisinin, provokatörlerin her tür saldırısına karşı partimizi koruma, parti çalışmalarını her yönüyle güçlendirme seferberliğine çağırıyor…  Türkiye Komünist Partisi tüm ilerici gençliği ona layık olma yolunda savaşmaya, partinin, onun Leninci politikasının çevresinde işçi sınıfının yolunda sımsıkı kenetlenmeye çağırıyor…  Türkiye Komünist Partisi bu yiğit savaş eriyle her zaman gurur duyacaktır, kuşaktan kuşağa nice komünisttin elden ele verdiği Deniz Yoldaşın yere düşürmediği kızıl sancağı daha da yükseltecektir…

Yurdumu, partimi, Deniz yoldaşı ve kavgayı düşünüyorum,

Karıncalar koşuşuyorlar, milyonlarca yıllık içgüdüleriyle.

Sevdalı bahar esintileri, genç yaprakları okşuyor.

Kıpır kıpır canlanıyor doğa.

Serçeler güneşin alnında, sere serpe şen şakrak cıvıl cıvıl…

Bülbüllerse hüzünlü, bir dertli.

Yeni sürgünler, umutla bakıyor geleceğe.

Güneşe kaldırıyor başlarını güçlü meşeler

Eğilmez başlarında taşıyorlar güneşi

Tüm fırtınalarda esnek ve sağlam

Derin kökleriyle bağlı toprağa, sımsıkı.

Ne güzel açıyor çiçekler, rengarenk

Nasıl da meyveleşiyor erikler, kirazlar, narlar

Nasıl da olgunlaşıyor yoldaşlar.

Nasıl hüzünlüyorum yoldaşımı

Nasıl soluyorum bir bilsen, bu can dalaşı.

Sonbaharlardaysa, ne hazin düşer yapraklar toprağa.

Yüzyıllık meşeler gene öyle görkemli ve başları bulutlardaydı

Ve yapraksız dalları çırılçıplak, ne kadar yalın ve hüzünlüydü.

Dallar kırık, yaralı ve sakindi.

Öyle kararlı bir bekleyişti ki, mevsimsiz filizler patlayacaktı

Sanki öz su damarları çatlayacaktı.

Sen de biliyorsun yoldaşım:

Çok fırtınalar geldi geçti, dallar kırıldı

Yapraklar döküldü, daha niceleri gelip geçecek.

Ama hiç bir fırtına sökemedi köklerini toprağından, sökemeyecek.

Küçük yaşta öğrendin oğlum babasız yaşamayı, herkesin yüzüne gururla bakarken içinden ağlamayı.  Biliyorum o ufacık kafacığına sığdıramıyorsun olanları ve sen bile anlıyorsun bizler için söylenen yalanları… Sonra düşünüyor, düşünüyorsun ve kan tükürüyorsun oysa bilmen gerekir ki,  senin gibi babasız yaşamak zorunda bırakılan hatta anneleri bile tutuklanan daha binlerce çocuk var…  Onlar da düşünüyorlar,  onlar da senin gibi içlerindeki kini ile büyüyorlar.  Büyüyeceksin oğlum ve büyüyecek bütün çocuklar,  anlayacaksın oğlum ve anlayacak bütün çocuklar…  Bugün sizi yalnız bırakan analar babalar güzel yarınlar için savaşım veriyorlar…  Öyleyse üzme fazla kendini,  güçlendir, kanı çekilmiş ciğerlerini,  şunu iyi bil ki,  bu savaşım uzun erimli…

Sana bir avuç su gönderiyorum memleketimin ırmaklarından.  Her damlası ter,  her damlası gözyaşı olan,  sana kucak dolusu umut gönderiyorum. Bir ak güvercinin kanatlarını gönderiyorum sana,  al, tut, sarıl sımsıkı. Hani sigara paketini kaybetmesi kadar basit değildir sevgisini kaybetmesi insanın, kaybetme diye sevgini sana gözlerimdeki ışıltıları gönderiyorum…  Yeter ağlama artık,   çünkü biz, çok ağladık. Sana bir avuç toprak gönderiyorum, memleketimin toprağını,  her dirhemi ter her dirhemi keder.  Bir avuç toprak gönderiyorum sana,  açıp bağrını bastır toprağını, hani gecenin bilmem kaçında oturup yazıyorsam sana şiir,  umutlarını sevgilerini yitirme diyedir.  Sana gönderiyorum memleketimin tüm gerçeklerini,  coşkulan; anla ki yaptıklarımız boşa gitmemiştir…

Çocuklara gidiyor aklım,  bizimkilere…  Atılım babasını görebiliyor mu?  İşkenceciler üç ayda başa çıkamadılar ve üç ay daha denediler yani…  Atılımın babasıyla işkenceciler arasında altı ay sürdü kavga, yenemediler. Atılım’ı hiç görmedim, bir dönem babasıyla beraberdik. Savaş anne ve babasıyla telefonla görüşüyor, aralarında binlerce kilometre var. Büyümüş, okula gidiyormuş kerata. Taylan annesiyle birlikte hasret çekiyor, onları çok severdi babası, on iki kilo vermiş, üstüne saçları ağarmış… Özgür babasıyla işkenceciler arasındaki ölümcül kavgadan habersiz, babasını askerde biliyor… Anneler gününde durgunmuş, cıvıl cıvıl bir çocuktu Özgür… Anneden babadan uzak büyüyor çocuklar, çocuklara gidiyor aklım, annelerine babalarına. Bizimkilere gidiyor aklım, annesiz babasız büyüyor çocuklar. Büyüyecek çocuklar, acılar içinde, büyüyecekler, sevecekler, kin duyacaklar ve bir gün güneşin ilk ışıklarıyla birlikte kucaklaşacaklar çocuklar anne ve babalarıyla…

— Nâzım Hikmet’in Memede Son Mektubumdur Şiiri—

Hayatımda hiç şiir yazmadım, bugünlerde yazmadım. Önce Deniz Yoldaş için, bunun özel bir anlamı var benim için. İşte oturmuşum yazıyorum. Zayıflık mı diye düşünüyorum bir yandan, değil. Öfke… Gelen haberleri düşünüyorum. Bir yoldaşın eşi hasta, ameliyat gerek, para yok. İki ay önce ölen babasının acısı, bir de çocuk var ortada… Kimilerini cunta vatandaşlıktan atmış, eş ve çocuklarına dışarı çıkma yasağı… Başka birinin bir yoldaşın eşi hapiste,  işkencede. Kol ve kaburgalarını kırmışlar. Ellerinde kanıt yok ama tutuyorlar içerde. Bir yoldaş eşinden ve çocuğundan haber alamıyor, bir kadın yoldaş işkencede yitirmiş çocuğunu, bir diğeri üç yıldır hapiste, beş yıl ceza kesmişler artık çıkması gerek,  ne gezer tekrar almışlar işkenceye… Ya çocuklar, onların çektikleri… İşte iki örnek. Özgür; baba hapiste, ana aranıyor. Özgür sekiz yaşında, okula gidiyor, zeki cin gibi, anneannesinde kalıyor, Evi polis basmış, karargâh kurmuş, üç gün altını üstüne getirmiş,  sorguya çekmiş Özgür’ü. Eğitmişler bu çocuğu demiş polis, bu yaşta.  Yiğit bir ananın babanın oğlu olduğunu biliyor Özgür… Ya Olga… Haber alamıyor babasından Olga. Sabah 7’de çıkıp gece 12’lere dek sokaklarda. Yarı aç, yarı tok. Her an ardında polis korkusuyla gezerken,  babasının duvarı yeniden ördüğünü bilmiyor Olga. Ve babası gibi daha niceleri… Bizim adını bilmediklerimiz. İşçi semtlerinde. Barış ve ulusal demokrasi için eylem programı pullamasını yapanlar, Deniz Yoldaşın yolunda yürüyenler, korku bilmez yiğitler,  hapiste işkencede felç olanlar, yaşamını yitirenler… TÖB DER saymanının ölüm haberini de yeni verdi gazeteler…

Düşman kudurmuş bir it gibi, şimdi gelen bir haber; cuntanın ordusu saldırmış Irak’taki Kürtlere, dalmış 30 kilometre Irak Kürdistanı’ndan içeri. NATO manevraları sürüyor, ölümüne oynuyor cunta başları kovboy bozuntusu Regan’la birlikte. Başaracaklar mı it dölleri diyor, bizim Çerkezoğlu.  Sesleniyor;  Mehmetçik Irak Kürdistanı’na girme, süngünü kardeşine çevirme. Hayır, Çerkezoğlu hayır, başaramayacak cunta başları ne de efendileri Reganlar. Dünyayı cehenneme çevirmeye yetmeyecek güçleri, bugünün acılarına göğüs geren yaşamını veren Deniz Yoldaşların çabaları boşa gitmeyecek, dünyanın kaç bucak olduğunu göstereceğiz onlara, yeneceğiz bir gün ve anacağız bu günleri şöyle göğsümüzü gererek…

Dilini bilmediğim bir ülkede trendeyim, solda deniz var. İzmit İstanbul arasında sanıyor kendisini insan. İzmit İstanbul arası işçi yatağıdır. Singer Otomarsan 1969’da direnmişti, Arçelik te burada Maltepe Tekel Fabrikası da. Deniz Yoldaşın çalıştığı bölge… Bu çalışmalar sonra meyvesini verdi, Karayılan kaçmayı bu yolda denemiş. Daha ilerde Maltepe, sonra Selimiye Kışlası. Bizimkiler orada tutsak. Aylar geçti olayların üzerinden. Karayılan sonra Deniz Yoldaş… O 81 kayıpları unutamıyor insan. Bir dizi anı ve sürüp giden kavga… Tren birazdan duracak, buluşacağız, takılıp kalmak yok anılara. Sürgünde olmak ta dert değil sürdüreceğiz hazırlığı, onlardan arta kalanı tamamlamak için, tamamlayacağız da…

Işıl ışıl yıldızlarıyla, çırıl çıplak gecelerde, toplanır ya yıldızlar sularda, çiğ düşer de şebnemler buluşur ya çimenlerde,  arınıyoruz işte böyle ve toplanıyoruz damla damla gecelerin ardında bir şafak vakti gümbür gümbür atılmak için ileri…

Nice kahramanlar, öyle yiğit öyle şanlı düşerler toprağa, binlerce filizler başkaldırırlar derin köklerinden, binlerce kahraman doğar yeniden, işçiler demiri tavında döverler, su verirler çeliğe, altın başaklı tarlalarda gelincikler açar, bayraklarla donanır mayıslar, kızıl yalımlarla yanar orak türküleri dudaklarında kızların kirazlar çiçek açar, kızıl yıldızlarla basılır dalları, allı morlu çiçekler neşeyle gülerle yine yanaklarında çocuklarımızın… Ve gözlerimiz, aydınlık gökler gibi karanlık gecelerde, yıldızlar gibi, sevdalı kızlar gibi umutludurlar.

— Nikolai Vaptsarov ve Brecht’ten çeviriler —