"Enter"a basıp içeriğe geçin

İdamlara İlişkin TKP’nin Sesi Radyosu’ndan Yapılan Yayınlar

20 Ocak 1972

Sayın Dinleyiciler; bugünkü yayınımızda “ Önemli Yurt ve Dünya Olaylarını” ölümsüz şairimiz Nâzım Hikmet’in 70. doğum yıldönümü ile ilgili “Komünist Nâzım Hikmet” ve “Parti Kimliği” başlıklı yazılarımızı ve Nâzım Hikmet’in kendi sesinden “Beyazıt Meydanındaki Ölü, Memleketim” şiirlerini dinleyeceksiniz.

Haftanın Önemli Yurt ve Dünya Olayları

Sayın dinleyiciler, ölümsüz şairimiz Nâzım Hikmet, doğumunun 70.yıldönümü münasebetiyle yurt içinde olduğu gibi yurt dışında da saygıyla anılıyor. Batı Almanya, Belçika, Hollanda, Fransa, İngiltere, Avusturya, İsviçre gibi yabancı ülkelerdeki işçilerimiz ve öğrencilerimiz, bu ülkelerin yazar ve düşünürleri Nâzım Hikmetin anısı için törenler düzenlemekte, Moskova’da, Sofya’da, Prag’da, Varşova’da, diğer sosyalist ülkelerde, Kıbrıs’ta ve dünyanın çeşitli ülkelerinde Türk halkının büyük şairi Nâzım Hikmet için anma toplantıları yapılmaktadır.

Sayın dinleyiciler, Askeri Yargıtay’ın 18 idam kararından üçünü onaylaması kamuoyunda geniş bir direniş hareketine sebep olan haftanın önemli olaylarında biriydi. Askeri Yargıtay, Ankara Bir Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesinin 18 yurtsever genç hakkında verdiği idam kararlarında üçünü onayladı, bunlardan beşini müebbet, diğerlerinin de çeşitli sürelerde ağır hapis cezalarına çarptırılması isteğiyle dosyalarını Sıkıyönetim Mahkemesine iade etti. İdamı istenen gençlerden biri Deniz Gezmiş diğerleri de Yusuf Aslan’la, Hüseyin İnan’dır.

Yurtseverler hakkında verilen idam kararlarının bozulması ve gençlerin hayatlarının kurtarılması için memlekette geniş bir direniş hareketi başladı. 1790 Türk aydını, yazar ve sanatçısı, Cumhurbaşkanına, Meclis ve Senato başkanlarına bir açık mektup göndererek ölüm cezalarının kaldırılmasını, yurtsever gençler hakkında verilen idam kararlarının bozulmasını istediler, Mektubu 9 Tabii Senatör, bir bağımsız milletvekili, iki Yargıtay üyesi, 20 Danıştay üyesi ve yardımcısı, 9 yargıç ve savcı, 243 avukat, 28 profesör, 202 doçent, asistan ve öğretim görevlisi, 30 basın mensubu, 215 sanatçı ve yazar, 175 mimar ve mühendis ile 850 çeşitli meslek mensubu imzaladı. İmzalayanlar arasında Ekrem Acuner, Mucip Ataklı, Suphi Karaman, Sami Küçük, Ahmet Yıldız, Nadir Nadi, Yaşar Kemal ve Fatma İşmen’in de bulunduğu açık mektupta şöyle deniliyor: “Siyasi suçlular için ölüm cezası dünya hukuk uygulamasında çağ dışı kalmıştır. Türkiye’de ölüm cezasını kaldırmak için gerekli kanun değişikliği en kısa zamanda yapılmalıdır, kanun değişikliği gerçekleşinceye kadar hiçbir ölüm cezası infaz edilmemelidir, bütün yetkili kurum, kuruluş ve kişiler ölüm cezasının kaldırılması için demokratik ve anayasal imkânlar içinde her türlü çabayı göstermelidir.”

Ankara Askeri Cezaevinde tutuklu bulunan beş yurtsever genç Askeri Yargıtay’ın idam cezalarını protesto amacı ile açlık grevine başladılar. Askeri Cezaevinde tutuklu bulunan yurtsever kadınlarda Başbakan Erim’e gönderdikleri açık mektupta üç genç hakkında verilen idam cezalarının kaldırılmasını istediler.

Türkiye Tabipler Birliği, Ankara Tabip Odası Yönetim Kuruluda idam cezalarının tümüne karşı olduğunu ve bu alanda başlayan direnişe katıldıklarını yayınladığı bir bildiriyle açıkladı.

Sayın dinleyiciler; idam cezası istenen üç yurtseverin hayatı tehlikededir, onların hayatlarını kurtarmak, faşist hükümetin baskı ve terör politikasına karşı eyleme geçmek her yurtseverin, dış ülkelerde çalışan siz işçi, öğrencilerimizin, sağduyu sahibi herkesin ödevidir. İşçi sınıfı, emekçi köylüler, memurlar gerçek Atatürkçüler, sosyalistler ve komünistler ancak girişecekleri eylemleriyle Parlamentoyu idam cezalarını bozmaya zorlayabilirler, hükümetin faşist baskı ve terör politikasına set çekebilirler.


6 Nisan 1972

Sayın Dinleyiciler; bu yayınımızda haftanın önemli yurt ve dünya olaylarını “Emperyalizme Karşı Savaşta Düşenler Ölmez” başlıklı haftanın yorumunu ve “1 Mayıs Yaklaşırken” başlıklı yazımızı dinleyeceksiniz.

 Haftanın Önemli Yurt ve Dünya Olayları

Niksar’ın Kızıldere köyünde Mahir Çayan ve arkadaşlarıyla birlikte iki İngiliz ve bir Kanadalı teknisyenin ölümüyle sonuçlanan terör hareketi haftanın en önemli olaylarındandır. Mahir Çayan ve arkadaşları, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan hakkında verilen infaz kararının bozulması amacıyla Ordu’nun Ünye NATO üssünde görevli iki İngiliz ile bir Kanadalı teknisyeni rehine aldılar. Üç yurtsevere verilen ölüm kararlarının durdurulması karşısında teknisyenleri serbest bırakacaklarını açıkladılar. Erim-paşalar hükümeti, bu isteğe yanaşmadı. Ordu Niksar ilçesinin Kızıldere köyünde Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ahmet Atasoy, Arıkan ve Ahmet Soyla birlikte iki İngiliz ve bir Kanadalı NATO radar tesisi uzmanı ve bir avukatla birlikte daha dört kişi, muhtarın evini sararak 13 saat ateş altında tutan polis, komando, jandarma ve erlerin eve attığı bombalarla öldürüldüler. 14 kişinin bulunduğu ev havaya uçuruldu ve patlama sonucu çıkan yangından Kızıldere köyü büyük zarar gördü. Birçok köylü evsiz barksız kaldı. İngiliz ve Kanadalı NATO tesisi uzmanıyla birlikte Mahir Çayan ve arkadaşlarının da ölümüne sebep olan bu baskın ve patlama olayı, Erim hükümetinin İçişleri Bakanı tarafından bizzat yönetildi. İçişleri Bakanı Kubat’ın son günlerde Karadeniz Bölgesinde yönettiği baskı ve terör hareketleri sırasında yüzden fazla yurttaş hiç nedensiz tutuklandı. Bu saldırılara yüz binden fazla asker ve subay, polis, jandarma ve komando katıldı, helikopterler ve uçaklar kullanıldı. Kızıldere köyünde muhtarın evine jandarma ve komandoların attıkları bombalarla öldürülen Mahir Çayan ve arkadaşlarından yalnız Ertuğrul Kürkçü sağ kalmıştır.

Kızıldere köyünde 13 kişinin ölümüne sebep olan bu baskın hareketi ve yurt çapında şiddetlendirilen terör, gerek memlekette ve gerekse dünya kamuoyunda sert tepkiler uyandırdı. Batı haber ajansları, hükümetin Kızıldere köyünde muhtarın evinde bulunan Mahir Çayan ve arkadaşlarının ne pahasına olursa olsun öldürmek için sinirli ve çok acele hareket ettiğini, böylelikle İngiliz ve Kanadalı teknisyenlerin ölümüne sebep olduğunu bildirdiler.

Kızıldere baskınından sonra Ankara’da Amerikan Elçiliği önünde, bazı işletmelerde, askeri silah depolarında patlamalar oldu. Batı haber ajansları, Türk Halk Kurtuluş Partisi savaşçılarının bazılarının öldürüldüğünü, fakat patlama olaylarının Partinin yaşadığını ispat ettiğini bildirdiler.

Türkiye’de faşist terörün sürdürülmesi ve yurtsever gençlere karşı idam kararlarının verilmesi dünyanın her yerinde şiddetli protestolara yol açtı. Erim hükümetinin ve subaşını tutmuş paşaların kanunsuzluklarını protesto ve üç yurtsevere verilen idam kararının kaldırılması amacıyla Federal Almanya’nın Münih Üniversitesinde okuyan Türk öğrencileri açlık grevine başladılar. Öğrencilerimizin bu direnişini üniversite öğretim üyeleri, bazı profesörler Türk-Alman, Yunan, İtalyan işçi ve öğrencileri de destekliyorlar. Açlık grevine katılan öğrencilerimiz düzenledikleri basın toplantısında, direnişe, Türkiye’de üç yurtsevere verilen ölüm kararları kaldırılıncaya kadar devam edeceklerini açıkladılar. Açlık grevine katılan öğrencilerimiz Başbakan Brandt’a bir mektup göndererek, Türkiye’de yurtseverlerin ölümden kurtarılması ve infazların önlenmesi için teşebbüsse geçmesini istediler. Münih Üniversitesinde okuyan Türk öğrencilerinin bu direnişi Federal Almanya’da çalışan Türk işçilerimiz tarafından geniş destek görmektedir. Federal Almanya’nın Manheim, Stutgart, Köln, Essen, Hamburg gibi şehirlerinde ve ayrıca Batı Berlin’de üç yurtsever hakkında verilen infaz kanununun iptal edilmesi isteğiyle toplantılar düzenlendi. Avrupa Türk Toplumcular Federasyonu tüm ilerici kuruluşlarla bir toplantı düzenledi. Toplantıda üç yurtseverin ölümden kurtarılması için geniş bir direnişe geçilmesi kararlaştırıldı. Ayrıca ATTF Avrupa’daki ilerici kuruluşlarla ilişkiye geçti, tanınmış yazar, profesör ve devlet adamlarına yeniden çağrıda bulundu. Çağrıda Federal Almanya Cumhurbaşkanı Gustav Heinemann ve Türkiye Cumhurbaşkanı Sunay’a infazların önlenmesi için mektup ve telgraflar gönderilmesi istendi.

Dünya ilerici kamuoyu Türkiye’de ölüme mahkum edilen yurtseverleri kurtarma kampanyasını destekliyor. İngiliz “Guardian” gazetesi gerek Türkiye ve gerekse dünya kamuoyunda Türkiye’de yurtseverlere verilen idam cezalarına karşı direnişin gittikçe güçlendiğini Fransa Sendikalar Konfederasyonu Başkanı Benolt Frachon, Fransa işçi sınıfı adına, Cumhurbaşkanı Sunay’a bir telgraf çekerek Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan hakkında verilen ölüm cezalarının yerine getirilmemesini, yurtseverlerin hayatlarının kurtarılmasını, insan haklarına saygı gösterilmesini istedi. Fransa Komünist Partisi Merkez Komitesi Sekreterliği de Cumhurbaşkanı Sunay’a bir telgraf çekerek üç yurtseverin hayatlarının kurtarılmasını istedi.

Belçika, İsveç, İsviçre ve Avusturya hükümetleri, çok sayıda uluslararası örgüt bu arada UNESCO İnsan Hakları Komisyonu ve Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Koruma Cemiyeti, Cumhurbaşkanı Sunay ve Erim’e birer protesto telgrafı göndererek, demokratik eylemlerinden ötürü üç yurtseverin öldürülmesinin çağdışı bir hareket olduğunu duyurdular.


11 Mayıs 1972

Burası TKP’nin Sesi Radyosu; Sayın Dinleyicilerimiz; Bu yayınımızda, haberler, haftanın kalburüstü olayları ve “Faşist Terör” başlıklı yorumumuzu dinleyeceksiniz.

Haftanın Kalburüstü Olayları

Sayın dinleyiciler; şimdide haftanın kalburüstü olaylarını özetleyelim:

Faşist cunta paşaları, bütün dünyanın gözleri önünde Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı asmak hainliğini gösterdiler. Bu üç yiğit yurtsever genç halkının ve vatanının kurtuluşu, Türkiye’nin saldırgan NATO ve SENTO askeri paktlardan çıkması, her türlü sömürüye son verilmesi, bağımsız ve gerçekten demokratik bir Türkiye kurulması için savaştılar ve kendilerini bu kutsal davaya adadılar. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan idam edildiler. Fakat son nefeslerine kadar mertçe, yiğitçe davrandılar çok sevdikleri halkına ve onun bağımsızlık davasına bağlı kaldılar. Tıpkı bundan 52 yıl önce Kazım Karabekir tarafından Kars’ta astırılan Türkiye Komünist Partisi üyesi Diyarbakırlı Mesut yoldaşın cellat önünde son söz olarak “Yaşasın Türkiye Komünist Partisi” diye haykırdığı gibi, çilekeş halkımızın bu üç yiğit evladı da ölümü “Yaşasın Marksizm Leninizm, Yaşasın Bağımsız Türkiye, Kahrolsun Emperyalizm, Faşizm. Biz ölümden korkmuyoruz. Biz halkımıza hizmet ettik ve gururla ölüyoruz, siz faşistler Amerikan emperyalizmine hizmet ediyorsunuz ve her gün ıstırap içinde öleceksiniz. Mutlu yarınlar yakındır, zafer halkımızındır” haykırışlarıyla göğüslediler.

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın faşist hükümet tarafından idam edilmeleri memlekette halkımız arasında geniş protestolarla karşılandı. Komünistler, sosyalistler, Atatürkçüler, yurtsever gençlik, ilerici örgütler hükümetin bu barbarca davranışını kınayan bildiriler dağıttılar. Sunay ve Tağmaç’a protesto telgrafları yağdırmaktadırlar.

Yabancı ülkelerde çalışan işçilerimiz de, faşist generallerin bu katliam hareketini protesto eden milyonlarca insanın eylemine katıldılar. Batı Almanya’nın Frankfurt şehrinde yüzlerce işçimiz, öğrencimiz; “devrimciler ölümsüzdür, üç yurtseverin davası yaşayacaktır, kahrolsun faşizm” pankartlarıyla yürüyüşe geçtiler. Bu protesto yürüyüşü Frankfurt Türk Kültür Birliği ve Frankfurt Türk Halk Evi tarafından tertiplendi ve yürüyüşe Türk işçilerinden başka Yunan, İspanyol, Alman işçi ve öğrencileri, ilerici kuruluş temsilcileri de katıldılar. Yürüyüş gericiler, Maocular, MDD’ciler, üç kâğıtçı tercümanlar tarafından sabote edilmek istendi. Fakat işçilerin birlikte direnişleri karşısında provokatörler sumak zorunda kaldılar.

İsveç’te çalışan Türk işçi ve öğrencileri de Türk hükümetinin bu katliamını protesto için Stockholm sokaklarında ve Türk Elçiliğinin önünde gösteriler yaptılar.

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamı dünya kamuoyunda da büyük tepkilerle karşılandı. Bulgaristan’da kapitalizme ve faşizme karşı amansızca bir mücadele yürütmüş olan savaşçılar Türk hükümetinin bu vahşice davranışını kesinlikle protesto ettiler. Bulgaristan gençlik örgütü Komsomol ve Ulusal Öğrenci Konseyi, Sunay ve Melen’e çektikleri protesto telgraflarında Türk hükümetinin gençlik ve öğrenci militanlarına karşı izlediği bu insanlık dışı davranışını kesinlikle kınadıklarını belirttiler. Sunay ve Melen’e çektikleri protesto telgrafında “üç yurtseverin idamı Türkiye’de faşist rejimin sürdüğünün bir kanıtıdır” denmektedir. Fransız Komünist Partisi Merkez Komitesi Sunay ve Melen’e protesto telgrafı çekmiştir. İdamlara karşı Fransız proletaryasının öfkesini bildirmişlerdir. İdamın kaldırılmasını istemişlerdir.

Burası Türkiye Komünist Partisi’nin Sesi


18 Mayıs 1972

Burası TKP’nin Sesi Radyosu; Sayın Dinleyicilerimiz; bu günkü yayınımızda “Devrimci, Atak Eylem” başlıklı yorumumuzu, haberleri ve Radyomuza gelen mektupları dinleyeceksiniz.

Haberler

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın sıkıyönetim paşaları tarafından idam edilmesine karşı memlekette başlayan direniş hareketi gittikçe yoğunlaşmaktadır. Ankara’da, İstanbul’da, İzmir’de ve ülkenin daha birçok yerinde bildiriler dağıtılmakta, duvarlara afişler asılmakta, cuntacı paşaların katliam hareketi yerilmektedir. Ankara Hukuk ve Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencileri üç yurtsever gencin asılmasını protesto eden bildiriler dağıttılar. Türkiye’nin bağımsızlığı için canını feda eden Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın davasının sonuna kadar sürdürüleceğine dair ant içtiler. Aralarında kız öğrencilerinin de bulunduğu 13 genç Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından tutuklandı. Ankara’da askeri okullarda 3 yurtseverin idamını protesto eden bildiriler dağıtıldı. Bu bildirilerde, cuntacı paşaların orduyu yurtsever gençlere karşı vurucu güç olarak kullandıkları kardeşi kardeşe kırdırma politikasına son verilmesi istenmektedir. Her gün onlarca genç 3 yurtseverin mezarını ziyaret etmekte, saygı duruşunda bulunmaktadırlar. Urfa’nın Halfeti ilçesindeki bir kahvede, faşist hükümet tarafından idam edilen üç yurtseverin işçiye iş, köylüye toprak, her türlü sömürüye son verilmesi, Türkiye’nin NATO ve SENTO gibi saldırgan paktlardan çıkması, bağımsız ve gerçekten demokratik bir Türkiye kurulması için savaştıkları ve bunun içinde faşist hükümet, cuntacı paşalar tarafından idam edildikleri anlatılmıştır. Yoksul köylü emekçilerine bu konuda aydınlatıcı bilgi veren Salih Toksöz ve Recep Akdoğan adındaki gençler sıkıyönetim tarafından tutuklandı. Faşist hükümet, cuntacı paşalar memlekette gittikçe artan ve güç kazanan direnişleri önlemek için orduyu alarma geçirmişlerdir. Ankara ve İstanbul’da gece sokağa çıkma yasağı yeniden uzatıldı. İlerici yurtsever güçlere karşı baskı ve terör daha da arttı. Büyük kentlerde, işçi sınıfının yoğun çalıştığı yerlerde, üniversite ve öğrenci yurtlarında baskınların, arama-taramaların ardı arkası kesilmiyor. Hükümetin faşist terörü, arama-taramaları, idamları, kurşunlamaları yurtseverleri haklı davasından vaz geçiremeyecektir, memleketteki son olaylar bunu gösteriyor.

Burası TKP’nin Sesi Radyosu


25 Mayıs 1972

Sayın Dinleyicilerimiz, Bugünkü yayınımızda, haberler, Mayıs ayının kalburüstü olayları ve “Uzatmalı Sıkıyönetim” başlıklı yorumumuzu dinleyeceksiniz.

Mayıs Ayının Kalburüstü Olayları

Mayıs ayı içinde en çok üzerinde durulan bir olay sayın dinleyiciler; Türkiye’de üç yurtsever gencin Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın sıkıyönetimci paşalar ve Melen gibi faşistler tarafından idam edilmesiydi. Bu olay gerek memlekette ve gerekse dünya kamuoyunda sert protestolarla karşılandı. İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de protesto bildirileri dağıtıldı. İlerici basın, 3 yurtseverin emekçi halkımızın emeği yağma edilmeyip halkın yararına kullanılsın, yani fabrikalar, işyerleri açılsın, insanlarımız ekmek parası kazanmak için yabancı ülkelere gitmek zorunda kalmasınlar, topraklarımızda atom başlıklı rampalar bulunmasın diye savaştıklarını ve bunun içinde sıkıyönetimci paşalar tarafından idam edildiklerini yazıyorlar. Fransız gazeteleri, 3 yurtseverin idamından sonra Türk hükümetinin faşist, katil ve gerici olduğunu belirttiler.

İlerici, devrimci örgütlerin yayınladıkları bildirilerde hiçbir baskı ve terör halkın direnişini kıramayacaktır denildikten sonra bütün yurtsever işçi, öğretmen, öğrenci, er ve subaylar yurdumuzun yeniden bağımsızlığını ve halkımızın hürriyet insanca yaşama hakkına kavuşması için tek cephede birleşerek mücadeleye çağrılmaktadırlar.

Burası Türkiye Komünist Partisi’nin Sesi Radyosu


28 Aralık 1972

Sayın dinleyicilerimiz, TKP’nin Sesi bugünkü yayınında, Haber Bültenini, Sovyetler Birliği’nin Dünya Halklarına Çağrısını, “Metal İşçileri Greve Gidiyor” başlıklı yorumumuzu ve “1972 Yılı Sona Ererken” başlıklı yazılarımızı dinleyeceksiniz.

1972 Yılı Sona Ererken…

Sayın dinleyiciler, Türkiye halkı, çetin savaşlarla dolu bir yılı daha yaşadı. 1972 yılının bilançosunu yapmak, ondan gereken sonuçları çıkarmak, yeni savaş taktiği ve stratejisini bu sonuçlara göre belirlemek yönünden çok önemlidir. Sıkıyönetim, faşist terör işçi sınıfını yıldıramadı. Grevler, direnişler biteviye sürüp gitti, gidiyor. İşçi sınıfı hem sayıca nicelik bakımından, hem nitelik, örgütlenme, bilinçlenme, savaşlarda pişme bakımından sürekli gelişti. İşçi sınıfının ekonomik ve sosyal istekler uğrundaki savaşı, sıkıyönetime, faşist baskı ve teröre, Amerikan hegemonyasına karşı, bağımsızlık ve ulusal kurtuluş için verilen savaşla daha sıkı örüldü. Maden, petrol, deri, kimya işçilerinin grevlerinde “sıkıyönetimin kaldırılması, faşist teröre son verilmesi, tutuklu bulunan işçi ve sendikacıların serbest bırakılması” isteklerinin dile getirilmesi işçi sınıfının sınıf savaşında daha yüksek bir aşamaya ulaştığını doğruladı. Devrimci işçi hareketinin daha örgütlü, daha bilinçli biçimler alması, sömürüye ve teröre karşı daha güçlü bir şekilde eyleme geçmesi, tüm işçi sınıfını yeni çıkışlara sürükledi. İşçi örgütleri, sendikalar arasında savaş birliği güçlendi, gelişti. DİSK, TİS gibi sendikaların sömürücü büyük sermayenin ve faşist iktidarın saldırılarına karşı işçi haklarının korunmasında ve sıkıyönetimli faşist terörün yerine demokratik bir düzenin kurulmasında ortak bir eylem programıyla ortaya çıkmaları işçi sınıfının toplum hayatında hak ettiği yeri aldığını, Amerikan köleliğine, işbirlikçi hükümetlere, ağa-derebeyi ikilisine, bunların halka dayattıkları askersel faşist diktatoryaya karşı direnişin güç kaynağı, an gücü işçi sınıfının olduğunu gösterdi. Bu olay aynı zamanda, işçi sınıfının öncü, savaşkan kolu olan Türkiye Komünist Partisi’nin daha gözlerini dünyaya açar açmaz ortaya attığı ve bugünde üzerinde titizlikle durduğu ulusal Tek Cephe sorununun sınıf savaşındaki tarihi önemini, işbirlikçi kodaman burjuvazinin terör ve baskı mekanizmasının yerine demokratik bir hükümeti getirme savaşında ulusal Tek Cephe kuramının kaçınılmazlığını ispatladı.

Yabancı ülkelerde çalışan işçilerimiz, onların kurdukları ilerici örgütlerde çetin savaş ateşlerinden geçtiler. Türkiye’de verilen ulusal ve sosyal kurtuluş savaşının dışında kalmadılar. Memleketten uzak olmalarına rağmen, yurt sorunlarıyla yakından ilgilendiler, bu savaşlara faal olarak katıldılar. Yabancı ülkelerdeki işçilerimiz, ilerici örgütler bu çetin savaşlarda birçok deneyler elde ettiler, bilinçlendiler. Federal Almanya’da ki işçilerimiz “ emperyalizme, faşizme, saldırgan NATO ya Hayır, Yaşasın Bağımsız Türkiye” kampanyalarıyla Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını idam eden cuntacı paşaları, faşist hükümeti protesto gösterileriyle, miting ve toplantılarla ortak düşmana karşı savaşta gerekli yerini aldılar. İşçilerimiz, sendikaların tekellere karşı verdiği hak alma eylemlerine daha yığınsal bir şekilde katılarak işçi dayanışmasının yeni yeni örneklerini verdiler. Alman Komünist Partisi’nin, ilerici örgütlerin, sendikaların işçilerimize gösterdikleri yakınlık ve enternasyonal dayanışma sayesinde Federal Almanya’da Mart ve Nisan aylarında yapılan işçi temsilciliği seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı kazandılar. Bütün Federal Almanya ölçüsünde işçi temsilciliklerine 2.677 yabancı işçi seçildi. Bunlardan 480’ni Türkiyeli emekçilerdir.

12 Mart ültimatomu ile halkımıza dayatılan işbirlikçi burjuvazinin karşı devrimci hükümeti, cuntacı klik ilerici güçlere karşı giriştikleri faşist teröre 1972 yılında daha da hız verdiler. Erim gitti, Melen geldi. Ordu, polis, jandarma birlikleri halkın, ilerici güçlerin üzerine sürüldü. Memleket baştanbaşa bir tutuklama kampına çevrildi. Kurşunlamalar, idamlar, arama-taramalar, yasaklar birbirini izledi. Halkın en iyi, en iyi evlatları kurşunlandı, idam edildi. Deniz Gezmiş ve iki arkadaşının idamı, Kızıldere katliamı cuntacı kliğin barbarlığı yurt ve dünya kamuoyunda yığınsal protestolarla karşılandı. Polis, garnizon ekipleri dünyaca tanınmış bilginlerin, devrimci politika adamlarının, yazarların yapıtlarını, eserlerini, kitaplarını evlerini basıp toplattılar, bunları soksa ortasında yaktılar. Bir zamanlar Almanya’da Nazilerin işkence ve terör metotlarına başvuran işbirlikçi burjuvazi bu barbarlığı sıkıyönetimle yürüttü. Çankaya’da ki paşalar kliği sıkıyönetimi uzatarak, bunu faşizmin bir paravanası haline gelen Meclise onaylatarak kendi hegemonyasını sürdürme çabası içinde bocaladı durdu. Faşist terör Doğuda Kürt yurttaşlara karşı daha kanlı ölçüler aldı. 1972 yılında yalnız Siirt, Diyarbakır, Mardin illerinde, bunlara bağlı ilçelerde 600 köy basıldı, yakıldı, yıkıldı. Tutuklananların, öldürülenlerin sayıları halktan gizleniyor. Tüm bunlara rağmen sıkıyönetim komutanlığının kendi bildirilerinde bile bu sayının binin üzerinde olduğu açıklandı. Bunlardan idam ve ağır hapis cezasıyla yargılananların sayısı 700 dür. Yalnız son ay içinde Diyarbakır Sıkıyönetim Mahkemesi 92 yurtseveri 10 yıl ile 16 ay arası değişen ağır hapis cezasına çarptırdı. Yurtseverler kararı “kahrolsun emperyalizm, faşizm, yaşasın halkların kurtuluş savaşı” haykırışlarıyla karşıladılar. Hep bir ağızdan Enternasyonal Marşını söylediler. Bu olay Marksizmi-Leninizmi kılavuz edinen TKP’nin 52 yıl önce attığı tohumların meyve verdiğini, devrimci ülkü ve ilkelerin geniş halk yığınları arasında giderek yaygınlaştığını gözler önüne serdi. TKP Kürt halkının sorunlarıyla, savaşlarıyla çok yakından ilgilenmiş, işbirlikçi burjuvazinin “özümseme” politikasına karşı savaşa gelmiştir. Kürt halkımızın ilerici savaşını işçi sınıfının savaşlarıyla bağlamaya çalışmıştır. Hemen hemen hiçbir komünist tutuklaması, komünist yargılaması yoktur ki, Kürt sorunuyla, azınlıklar sorunuyla, şu veya bu ölçüde bağlı olmasın. Bu 52 yıl boyunca böyle gelmiştir. Birçok komünist Doğu illerine, kalelere sürüldüler. Yıllarca Kürlerle birlikte kalelerde yattılar. Bugünde bu kalelerde, sıkıyönetim zindanlarında Kürt ve Türk devrimcileri yan yana yatıyor, bileklerine birlikte kelepçe vuruluyor.

İşbirlikçi burjuvazi içte uzatmalı sıkıyönetimi sertleştirdi, faşist biçimi zorbalıklara hız verdi. Dış politikada da NATO ve SENTO’lara daha sıkı bağlandı. Melen hükümet programında, “NATO dış politikamızın temelidir” dedi. Ve bu açıklamanın ardından Bayülkenler, Baturlar NATO toplantılarını kaçırmadılar. NATO ve SENTO manevraları birbirini izledi. Yeni bütçede askeri harcamalara ayrılan para 20 milyarı buluyor. Oysa sağlık bütçesi, eğitim bütçesi bunun 5 te biri bile olmuyor. NATO’culuk politikası halkımızın sırtına yeni yeni vergiler yükledi. Daha geçenlerde gazeteler, Türkiye’de 132 çeşit vergi alındığını yazdılar. Böylesi bir politika memleketi bunalımların burgacına itti. Tüm bu gelişmeler emekle sermaye arasındaki çelişkileri daha da sertleştirdi. 1972 de köyden kente akın daha da hızlandı. Türkiye işsizlik ve hayat pahalılığı bakımından dünyada birinci yeri işgal ediyor. İşçi düşmanı hükümet boyuna artan işsizliği Avrupa’ya, özellikle Batı Almanya’ya iş gücü satmakla eritmek istiyor. Millet düşmanı politika güden Melen hükümeti Ortak Pazara, tekellere sudan ucuz iş gücü sağlıyor.

1972 yılında, Amerikan düşmanlığı, antiemperyalist direniş, barış ve demokratik bir düzen için, halkçı bir hükümet için, köklü geniş reformlar için, ulusal bağımsızlık için olan savaş halkın daha geniş tabakalarını içine aldı. Yurtsever subaylar, gerçek Atatürkçüler, öğretmenler, sosyalistler, komünistler bu savaştaki yerini aldılar. Böylesi bir dönemde likidatörler, MDD’ciler, PD’ciler, bozguncular ortaya atılarak faşist biçimi askersel diktatoryanın işçi ve sendikal harekete daha barbarca çullanmasına yardımcı oldular. Likidatörlerin Türkiye halkına işçi sınıfına yaptıkları en büyük kötülük; burjuvazinin ilerici güçleri, örgütleri, bölmek, parçalamak taktiğine yardım etmeleridir. Özellikle gençlik, öğrenci ve öğretmen örgütlerine sızarak onları parçalamalarıdır. Gençliğin tecrübesizliğinden, iyi niyetinden faydalanarak onları ters yollara, başıbozuk çıkışlara sürüklemeleridir, polis kışkırtıcılığı yapmalarıdır. Bütün antiemperyalist ilerici güçlerin, örgütlerin bir savaş programı üzerinde omuz omuza vermelerine, Tek Cephe kurmalarına engel olmalarıdır. Bu polis ajanı, Maocu guruplar, ne işçi sınıfıyla, ne köylü yığınlarıyla hiçbir ilişkisi yoktur. Onlar ne işçi sınıfına, ne onun ortağı köylü yığınlarına inanmıyorlar. Bunlar işçi sınıfının köylü yığınlarıyla savaş birliği kurmalarını ellerinden geldiğince engelliyorlar. Bütün bu sapık akımlara karşı savaş ancak örgütle olur.  Ancak bütün güçlerin elbirliğiyle olur. Bütün ilerici güçler ve örgütler bu tür olaylardan artık ders çıkarmak zorundadır. İlerici güçleri parçalamaktan, faşizmin yumruğu altına düşmekten korumak zorunluluktur. TKP, likidatörlere, Maoculara, her soydan ve boydan bozgunculara karşı var gücüyle savaşmaktadır. Böylesi konkre bir durum karşısında, komünistlere, komünist partisine, örgütlerine büyük sorumluluk düşüyor. En başta bugünkü askersel faşist tipi yönetime, teröre karşı yığınların savaşını örgütleme işi geliyor. Yığınları örgütlemek, uyarmak, bilinçlendirmek, örgütlü savaşlara sürmek görevi kesin zorunluluk oluyor. Özellikle ulusal bağımsızlık, demokrasi hareketini bir sel yatağında, işçi sınıfının savaşlarıyla birleştirmek zorunluluğu her yönüyle ortaya çıkıyor. Bu durumda komünistlerin sorumluluğu arttığı gibi ilerici güçlerin, örgütlerin de sorumluluğu da artmaktadır. Düşmana karşı savaşta birliği kurmak zorunluluğu buradan geliyor. İşçi sınıfının eylemlerini Amerikan köleliğine, faşist teröre karşı savaşlarını örgütlemek gerek. Bilimsel sosyalizmi yığınlara mal etmek, onu devrimci eylemlerle birleştirmek gerek. Bilimsel sosyalizm Leninizmdir. Leninizm, devrimci bilimdir. Bu bilim yığınların eylemleriyle sımsıkı bağlıdır. Bundan ötürü komünistlerin yığınlara inmesi şarttır. Başka türlü olmaz. Faşist rejim ancak yığınların örgütlü savaşlarıyla yıkılacaktır. TKP kurucusu Mustafa Suphi yoldaşın sözlerini unutmayalım: “Hapis, zindan, kan, ateş halk hareketini, milli kurtuluş ve demokrasi hareketini durduramaz…”

Sayın dinleyiciler, 1972 yılının son yayınını burada bitiriyoruz. TKP’nin Sesi, işçi sınıfının, halkımızın sesidir. Bu yayın devrimci ülkülere dayanıyor. Bu yayın Marksçı-Leninci savaş bilimini kendisine kılavuz edinmiştir. TKP’nin Sesi, yad ellerde bin bir güçlüğe göğüs geren işçi ve öğrencilerimizin ümitlerini, yürek çırpıntılarını, sevgisini, kinini, sevincini, acılarını temiz bir yürekle, içtenlikle paylaşmaktadır. TKP’nin Sesi, işçi sınıfının, ilerici güçlerin, emekçi halkımızın faşizme ve emperyalizme karşı bağımsızlık, ulusal kurtuluş mücadelesinin savaş yollarını, biçimlerini, halkımıza doğru yolu göstermeyi kendine görev edinmiştir. TKP’nin Sesi, dinleyicilerimizin bu gayretli çabalarıyla bu görevini yerine getirmek için elindeki bütün olanaklarıyla var gücüyle çalışmaktadır ve 1973 yılında da bu alanda çalışmaya devam edecektir.

Sayın dinleyiciler, TKP’nin Sesi, yabancı ülkelerde çile dolduran işçilerimizin, ailelerinin ve bütün dinleyicilerimizin yeni yılını kutlar sağlık, mutluluk ve devrimci savaş yolunda yeni başarılar diler.

Hoşça kalın…